Nakşî Ali Akkirmânî 1065 yılında Divriği’de doğduğu belirtilmektedir. Asıl adı Ali olup hayatı Hakkında yeterli bilgi yoktur. Nakşî Ali Akkirmânî Mutasavvıf şairdir. İstanbul’a giderek Halvetiyye’nin Ramazâniyye kolunun kurucusu Pîr Ramazan Efendi’ye intisap etti (Mehmed Şükrü, vr. 43a). Koca Mustafa Paşa Dergâhı’nda mânevî eğitimini tamamladıktan sonra şeyhi Murad Efendi’nin Kırım’a gitmesi üzerine irşad vazifesiyle bugün Ukrayna sınırları içinde bulunan Akkirman’a gönderildi. Bu sebeple bazı kaynaklar, Divriğili olmasından hiç bahsetmeden onun Akkirman’da yaşamış bir Halvetî dervişi olduğunu yazar. Vefatına kadar Sultan II. Bayezid’in Akkirman Kalesi içinde yaptırdığı tekkede şeyhlik yaptı. Şiirlerinde kullandığı Nakşî mahlasının kendisine ne sebeple verildiği belli değildir. Nakşî’nin ölümü için “hasta” kelimesi ve “târâc-ı Nakşî” terkibi olmak üzere iki tarih düşülmüştür. Nakşî Ali Akkirmânî 1655 yılında hayata veda etmiştir. Kabri, Akkirman’da şeyhlik yapmış olduğu tekkenin hazîresindedir.
Nakşî, daha çok müridlerini eğitmek amacıyla kaleme aldığı didaktik ve tasavvufî şiirlerinde hem hece hem aruz veznini başarıyla kullanmıştır. Şiirlerinde tasavvufî temalar ağırlıktadır. Eserlerini sanat gayesinden uzak, samimi, akıcı ve kolayca anlaşılabilecek bir dille ortaya koymuştur. Bu eserlerde Allah, Allah-âlem ilişkisi, zikir, ibadet, iman, aşk, âhiret hayatı, dünyanın geçici olması ve bazı gizli sırlar gibi konuları ele almıştır. İnsanın mutluluğunun hayatın anlamını bilmesiyle mümkün olabileceğini vurgulayan Nakşî eserlerinin temelini hep bu düşünce üzerine kurmuştur. Hüseyin Vassâf bu özelliğini vurgulamaktadır. Şiirlerine Zâtî Süleyman Efendi, Köstendilli Süleyman Şeyhî ve Abdullah Salâhî Uşşâkī gibi şairler tarafından şerhler yazılmıştır. M. Fuad Köprülü, Nakşî’yi Yûnus Emre takipçileri arasında zikrederken Rıza Tevfik Bölükbaşı onu Sokrat’la kıyaslamaktadır.